14 Mart 2010 Pazar

Acı çekmek.

Sınavları erken bitirmekten nefret ediyorum. Malum, kalp dayanmıyor bu kadar saat derse. Birde erken bitirip sırada hareketsiz durmak, uyumamaya çalışmak en acı veren histir bu hayatta. O kadar kafa yoruyorsun - ki ben gözlüklü ve inek bir insan olduğum için kağıda gömüldükten bir saat sonra sınava şaşı olarak devam ettiğimi farkediyorum.( Evet İngilizce sınavımız 2 saatlik.) - tam başına ağrılar girse bile sınavı bitirdim diye seviniyorsun, arkanı bir dönüyorsun saate bakmak için işte o an yıkılıyorsun: Çok fena bir görüntü seni bekliyor. Bildiğin yelkovan bir yandan akrep diğer taraftan tekmeliyor. Sen yine dayanıyorsun tabi gömüyorsun kafayı iki dakika bile olsa hareket ettirebiliyorsun. Sonra sınav kağıdını incelemeye başlıyorsun, çok zaman geçti sanıp bir daha dönüyorsun arkanı, yok efendim zaman geçirmek mümkün değil. O sırada gözün takılıyor diğer arkadaşlara; bazıları debeleniyor birilerinden kopya çekeceğim diye, bazılara pes ederek çirkinleştirdikleri surat ifadelerinin farkında bile değiller. Bir süre inceliyorsun onları büyük bir zevkle. Sonra birden bir ses yükseliyor sol çaprazdan. Last five minute. Bu saniye saniye dakika dakika tekrarlanıyor. Çok fena sinir oluyorsun Gözlerin falan kızarıyor artık. Ve bitiyor sonunda, atıyorsun kendini sınıftan. Bir de bakıyorsun tenefüs çoktan bitmiş ve yeni ders saati...

4 Ocak 2010 Pazartesi

Bir ses oldu, bir sen oldu dünya.
İçimdesin sanki her dakika,
Gözlerimi kapatığımda
Yine sen vardın ruhunla,
Hayalinle her yanımda.
Aklımı kaybettim belkide
Sadece seninle,
Olmasını istediğim tek kişiyle.
Ve yine yanlızlığımla
Ruhuna elveda.

Kalbimde bir sen, yine sen.

Yine bir düğüm boğazımda. Çalan şarkımız ve düşlerimde yine sen, her bir hücremde, kurduğum tüm cümlelerde. Unuturum sandım zamana bırakınca seni nasıl sevdiğimi. Her dokunduğum tende aradım; kokunu, sevgini, sımsıcak gülüşünü. Olmadı, yapamadım. Sensizliğimle yetinebildim sadece. Titreyen sesimle adını fısıldıyorum içimden. Şarkı gibi geliyor ismin bile. Sense döktüğüm tüm gözyaşlarını, söylediğim her şarkıyı yazdığım her şiiri başkasına ithaf ettiğimi sanıyorsun. Teselli ediyorsun beni, benimle içleniyorsun.Yakın iki arkadaş gibi konuşmalarımız o kadar yakıyor ki canımı, senin beni rahatlatmak için üzülmemem için yaptığın tüm o sözler o kadar acı ki. Anlatamıyorum, söyleyemiyorum. Kaybetmekten korkuyorum. Sadece eski günleri istiyorum. Sarıldığımda kokunu içime çekebilmeyi, yüzünü gördüğümde hissettiğim heycanı, mutluluğu, ellerimin titreyişi kimi zaman kitlenip konuşamayışımı ve herşeye rağmen mutlu olmayı. Artık sen bile yetemezsin bu sevgiye. Ne anlayabilirsin ne yeterli sözü sarfedebilirsin. İstediğim zaten bu değil. Sadece seni tekrar görebilmek istiyorum. Eskisi gibi olabilmeyi, yine koşup sarılmanı, her gördüğümde aynı sözleri duyabilmeyi. Evet, eskisi gibi; yakın iki arkadaş gibi...

22 Aralık 2009 Salı

*

Hiç bi' zaman bitmeyecek bu amansız bekleyişler. Umutlar yok olana dek bizimle gelecekler.

Hayattan Dizeler.

Yeni bir türe atılan ilk adım olduğundan dolayı açıklama yapmamın yeri geldiğini düşünüyorum. Mizah yazılarına olan ilgimi kağıda dökmeye başladığımdan beri duygusal ağırlıklı yazılar yazmamın başta beni rahatlatmak amacıyla olduğunu düşünmeme rağmen ardı sıra gelen duygusallığın beni edebiyata ittiğini farkına vararak tekrar mizah-i döneme geri döndüm ve hayattan dizeler adlı başlık adı altında yaşadıklarımı, gördüklerimi veya düşündüklerimi aktarmaya karar verdim. Ve eskilerden bu yana hepsini yayınlıyorum ve şuan itibariyle başlıyorum. Sevgiler.

*Edebiyat dersindeyim şuan. Dinlemiyorum, yazı yazıyorum. Duyduğum bi' çift kelime var oda Ural Altay. Nerden buluyorlar bu isimleri, çok mu arıyorlar, diplerine kadar inmek istiyorum ama saçmalayabilitemin şu sırada bile tavan yaptığını farkederek içimi dökemeden burada kesiyorum.

* Facebook'ta ilişkisi olmasına rağmen ilişkisi yok yazanlar ve ilişkisi olmamasına rağmen ilişkisi olmamasına karşın ilişkisini var olarak ayarlayanlar birleşseler, gerçekten ilişkisi olanları tam anlamıyla ezerler.

*Hani anneler en istemediğin anda "Hadi yat uyu." derler ya; direnirsin, kıvranırsın tam hayatının yarışını kazanacakken uykun gelir. Bu nasıl bi çekişkidir?

* -Çok yaşa. +Hep beraber. 60 yıl sonra... -Çok yaşa. +Sayende ayaktayız.

*Bayram olduğunda telefonu açmaktan korkuyorum. Tanımadığım bir sürü insanla -coğu da akrabam olur- saatlerce sohbet etmek nasıl geniş bi' bakış açısıdır?

*Bide biri arar "Ben aramasam hatırlayacağın yok hayırsız!" gibi cümleler ithaf eder. İyi de sen niye aramadın be teyzem?

* Fosforlu yeşile olan zaafım kesinşikle ib..likten kaynaklanmıyor. Farklı bi'şey bu sefer. Diğerleri gibi değil. Çok bağlandım!

*Köşeli parantez, parantez değildir. Köşeliyse neden parantez? Parantez dediğin köşesiz olur. Orjinallik bozulmasın.

*Saçlarım neden bu kadar fazla?

*Yelloz eli.

* Erkekler de hem cinslerine kızların birbirlerine ithaf ettiği sözcükleri kullansalar ya. Bebeğim aşkım falan.

*Ayağın yastığa takılması ve kafa üstü yere düşmek (!) nasıl bir çelişkidir?

*Yuniverseri, bildiğin küfür.

*Gülmekten kusmak kusarken gülmekten daha iyidir.

10 Ekim 2009 Cumartesi

Ehe.

Misafirlerin geldiği akşam odama kapanmış hastalığımın biran önce geçmesi umuduyla başımı dinlerken susadığımı ve birgün boyunca aslında hiç su içmediğimi ama mutfağa inip inip bir bardak suyla beynimi yerine getirebilirsem yazdığım yazıları okuyan insanlar açısından- insanlık açısından - büyük bir gelişme olabileceği kanısına vardım. Kısacası iki saat saf saf düşündükten sonra indim mutfağa su içtim. Yukarı çıkma kararı beynimde ampül gibi aydınlandı bir anda ama gözüm yemiyor idi o kadar merdiveni atlatıp odama kadar yürümeyi. Aldım bardağı elime çıktım yola. Tam merdivenin basamağına çıkarken televizyondan pat küt sesler duymaya basladım ki babamların salondan izlediği diziden gelmesi dikkatimi televizyon üzerinde odaklamama sebep oldu. Merdivenlerde durup beş dakika kadar televizyonu izledim. Kadıncağızın teki adamcağızı dövüyordu. Valla bak! Sonra dikkatlice bakmaya basladım ki kadın olarak tabir ettiğim insan Özgü Namalmış. Ve dizide 18 yaşında bir "genç kızı" canlandırıyormuş. Hayırlısı ya ne diyelim. Mesaj yerini buldu. Nice dayaklar ve nice 18'li yaşlar dileyerek çenemi tutmakta güçlük çektiğim için burada noktalıyorum yazımı.
Sevgiler.

Serzeniş !

Bu kaçıncı yıkılış sayamadım vallahi. Sevdiğim herşey yüz üstü bırakıyor sanki beni. Önce Death Cab For Cutie'nin ( + Radiohead ama pek dinlemediğimden yazmadım. ) Twilight film müziğini yapacağını öğrendim. Yıkıldım. N'aptın Dcfc. Sende mi diğerlerindendin? İki kuruşa sattın mı hayallerimizi? Biz o kadar kıçımızı yırttık dinleyin dinleyin diye siklenmedik, yakında twilight çıktığı an adınız duyulur ama adı twilight müziğine yükselir haberiniz ola! Olacakları önceden bilen ve sadece seyirci kalmayı tercig eden bir karekteri oynamayı tercih ettim bende. Hadi bakalım.
Herşeyi geçtim peki ya Oasis!!!? Herkesten beklerdim sizden beklemezdim dude. 20 yıllık grup çocukça bir kavga sonrasında nasıl bu hale kadar yol alabilir. Aklını basına al noel baba. ( iğrenç bi espriydi kabul. ) Simdi nasıl dinlenir o güzelim Wonderwall, Oasis konserinde hep bir ağızdan söyleme hayalleri kuramadan. Kınadım sizi.
O değil de hayatta okumaktan en çok zevk aldığım karikatür dergisinin 2. cildini yazın başından beri beklerken nasıl olurda hala çıkmaz? Çıkarıcaz diyorsanız çıkarın abi. Gençlerin hayallerini bir çırpıda yok etmeyin. Yazık.
Asık konunun doğuş temasına gelelim. Blink 182. Hani yazın basında albüm çıkıcaktı Blink! başı dediniz olmadı ortalarında dediniz olmadı sonunda dediniz sonbahara geldik siz de mi yıkacaktınız bizi. Sana güvenmiştim Travis! Of of.